Dinde geleneksel öğretilere bağlı kalmak, bireyin atalarından öğrendiği dini bilgileri sorgulamadan kabul etmesi ve din anlayışını bu çerçevede şekillendirmesi anlamına gelir.
Bu yaklaşımı benimseyen bir kişi, kendi aklıyla hakikati aramak yerine, atalarından aktarılan bilgileri olduğu gibi benimseyerek zanlara göre hareket eder. Oysa din, bireyin akıl ve iradesiyle hakikati araması gereken bir olgudur.
Geleneksel din anlayışları ise büyük ölçüde peygambere dayandırılan rivayetlerle şekillenmiş olup, gerçeklikten uzak öğretiler içermektedir.
Kur’an, atalarının yolunu sorgusuz sualsiz takip eden insanlara şu soruyu yöneltir:
“Peki, atalarınızı üzerinde bulduğunuz yol yanlışsa ne yapacaksınız?” (Bakara 170).
Bu soru, bireyin inancını rasyonel temeller üzerine kurmasının önemini vurgular. Çünkü bir insan din konusunda araştırma yapmadığında, inandığı şeyin ne olduğunu tam olarak kavrayamaz ve bu durum, samimi ve gerçek bir iman yerine taklitçi bir inanç oluşturur.
Zira herhangi bir kişi, atalarından öğrendiği rivayetler üzerine bir din inşa ettiğinde, yalnızca kalben tatmin olmuş olur; ancak bu inanç, akıl ve delillere dayanmadığında sahte bir iman olacaktır. Oysa gerçek iman, önce akıl yoluyla kurulur ve ancak akıl kabul ettiğinde kalp de mutmain olur.
Örneğin, günümüzde Müslüman olduğunu belirten herhangi bir insana;
"İslam’ın gerçekten Allah tarafından gönderilen hak din olduğunu nereden biliyorsun?"
diye sorsak, muhtemelen şu cevabı alırız:
"Bilmiyorum, atalarımızdan böyle geldi, biz de kalben iman ettik."
Ancak Kur’an’a göre iman, zanlara değil, akıl ve delile dayanmalıdır. Allah insana akıl vermiş ve onu diğer canlılardan farklı bir konuma yerleştirmiştir. Bu nedenle, iman ancak akıl ve delil üzerine inşa edildiğinde anlam kazanır.
Hakeza Yüce Allah Kur’an’da, insanların çoğunun zanna uyduğunu ve zanların gerçek adına hiçbir değer taşımadığını belirtir. Bu da bireyin atalarından devraldığı öğretileri sorgulaması ve hakikati araması gerektiğini ortaya koyar. Nitekim "mümin" kavramı da belirli bir delil, sebep ve kanıta dayalı olarak iman eden kişi anlamına gelir.
Ne yazık ki, dünya genelinde pek çok insan din konusunda araştırma yapmadan, ailesinden öğrendiği bilgileri doğru kabul ederek bir inanç sistemi oluşturmaktadır. Örneğin, Müslümanlar adına Sünni mezhebine mensup bireyler, Şiilik gibi farklı mezhepleri eleştirirken kendi mezheplerini mutlak hakikat olarak görmektedirler. Ancak gözden kaçırdıkları temel nokta, dini uygulamalarının büyük bir kısmı Kur’an’dan ziyade rivayet kültürüyle şekillendirilmiştir. Peygambere isnat edilen uygulamalar, aslında Kur’an’ın sade ve açık mesajını gölgede bırakmıştır. Örneğin, Sünni geleneğe göre alınan abdest ile Kur’an’ın tarif ettiği abdest arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, peygamberin dine Kur'an dışında kendi uygulamalarını ekleyebilme yetkisi olduğu iddiasıyla meşrulaştırılmıştır. Oysa Allah’ın mesajının eksik bırakılmış olması mümkün değildir. Ve rabbimiz, peygamberin yalnızca Kur'an'a uyduğunu, dine ekleme yapma şansının olmadığını açık ve net bir şekilde belirtmektedir. (Bak. Ahkaf 9 - Hakka 44/47)
Sonuç olarak, din konusunda araştırma yapmayan bireyler, ALLAH'ın emirlerine göre hareket ettiklerini zannetmektedirler. Oysa Kur’an ile geleneksel öğretiler arasında büyük bir uçurum mevcuttur. Bu uçurumdan kurtulabilmek, atalardan gelen tüm dini öğretileri reddedip ''Kur'an'ın aktardığı İslam'a uymak'' ile mümkündür.